Kayıtlar

Türkü Hikâyeleri etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Öne Çıkan Yayın

Kitap Okurken Etkili Not Alma Nedir? Nasıl Yapılır?

Bir kitabın dünyasına girdiğimiz andan itibaren etrafımızdaki çoğu şeyden haberdar dahi olmayız, bu adanmışlık insanda büyük bir aydınlanmayı ve bilgilenmeyi doğurabilir. Pek çok insan kitap okurken daha önce hayatında karşılaşmadığı veya önemli gördüğü bir bilgiye değer verse dahi genellikle not alma ihtiyacı duymaz. Beynin kısa ve uzun süreli hafıza kaynaklarını göz önünde bulunduracak olursak kitap okurken elde ettiğimiz o eşsiz bilgiyi unutmamız veya eksik hatırlamamız içten bile değildir. Bunların farkında olarak veya farkında olmayarak nadir de olsa bazı kimseler kitap kenarlarına çeşitli kısa notlar veya çizimler yapmaktadır. Kitap sayfalarını notlarla donatıp sayfanın ahengini bozmak bazı kimselerin hoşuna gitmese de etkili bir okumanın gerçekleşmesi için gerekli işlemlerden birisi olduğunu hatırlatmakta fayda var. Kitap sayfalarınızı kirletmekten korkmayın, bu sizleri kitaba daha yakın bir dost edecektir. Sadece bu kadarıyla da kalmaz sizi uyanık tutar her an tetikte olurs

"Mihriban" Türküsünün Hikâyesi

Abdurrahim adlı gencin büyük bir hayal kırıklığı ile sonuçlanan aşk hikayesinin sonunda kaleme alınan türküde bahsi geçen genç kızın ismi aslında Mihriban değildir. Abdurrahim’in çocukluk arkadaşının köy meydanında düğünü yapılmaktaydı. Köyün gençleri bir köşede düğüne gelen genç kızları izlerken Abdurrahim’in gözü davetliler arasında bulunan genç kıza takılı kalır. Delikanlı ne yapıp ne eder kızla konuşma fırsatını yakalar. Abdurrahim heyecandan ismini sormayı unutur ve kıza Mihriban isminin çok yakışacağını düşünüp kendi kendine Mihriban ismini kullanmıştır. Düğünün bitmesiyle evli evine köylü köyüne misali davetliler teker teker dağılmışlardır. Abdurrahim nasıl olsa sabah genç kızı tekrar göreceğini düşünerek evinin yolunu tutmuştur. Ertesi gün kızın olmadığını anlayıp aşk acısından günlerce sokağa çıkmamıştır. Bu durumun böyle sürmemesi gerektiğini düşünüp anne ve babasıyla konuşup Mihriban’ı istemeye göndermiştir. Ailesini büyük bir heyecanla bekleyen delikanlı duydukları karşısı

"Sarı Gelin" Türküsünün Hikâyesi

Sarı gelin türküsüne ilham veren aşk öyküsü klasik zengin kız fakir oğlanın birbirlerine olan aşkları ve bu aşka karşı çıkan aileler yüzünden kavuşamayan gençleri konu almaktadır. Gerçek ve yaşanmış olan bu türkünün kahramanları Erzurumlu baba yiğit bir delikanlı ile dinine çok bağlı olan Hristiyan Kıpçak beyinin güzeller güzeli kızın arasında tutkulu bir aşk yaşanmaktadır. Kızın babası ne kadar dinine bağlı bir Hristiyan ise delikanlının ailesi de bir o kadar muhafazakar Müslümandı. Dinler ayrılığı bu iki gencin davullu zurnalı bir düğün ile kavuşmalarına çok büyük bir engeldi. Delikanlı sonunda kararını verdi kızı kaçırmak için bir plan yaptı ve bu plana kızı da dahil ederek bir gece yarısı birlikte kaçarlar. Kaçarken onların peşinden havlayan köpeklerin sesine uyanan kızın babası, hiç vakit kaybetmeden gençlerin peşine adamlarını salar. Eli silahlı adamlar hiç acımadan delikanlıyı vurarak öldürürler. Bu iki gencin hazin dolu aşkları sarı gelin türküsüyle nesilden nesile aktarılmış

Selanik Türküsü'nün Hikâyesi

Hemen hemen bütün türkülerde olduğu gibi Selanik türküsünün ortaya çıkmasının arkasında hüzünlü bir aşk hikayesi vardır. Mehmet ve Fitnat’ın aşkları, Mehmet’in Fitnat’ın babası Rüstem bey ile tanışmasından sonra başlar. Mehmet bir gün Selanik sokaklarında iş aramak için dolaşırken bir manifaturacı dükkanına girer ve çalışmak istediğini söyler. Dükkan sahibi Rüstem bey, Mehmet’in iyi bir genç olduğuna karar verir ve işe alır. Mehmet bir gün dükkana yemek getiren Fitnat’ı görür ve iki genç ilk görüşte birbirlerine aşık olurlar. Bir süre gizli gizli görüşen gençler evlenmeye karar vererek durumu aile büyükleri ile paylaşırlar. Ailelerinde onayını aldıktan sonra düğün hazırlıklarına başlanır. Bu sırada Selanik ve çevresinde salgın hastalık baş göstermiş ve birçok kişinin ölmesine sebep olmuştur. Çaresi bulunamayan hastalığın pençesine düğüne günler kala Fitnat da düşmüştür. Rüstem bey tüm imkanlarını kullanmasına rağmen elinden hiçbir şey gelmedi ve Fitnat düğününe üç gün kala sevdiği ad

"Çırpınırdı Karadeniz" Türküsünün Hikâyesi

Osmanlı imparatorluğunun 1. Dünya savaşına katılmasının ardından kardeş ülke sayılan Azerbaycan’ın en ünlü şairleri arasında yer alan Ahmet Cevat tüm içten duygularıyla Çırpınırdı Karadeniz şiirini kaleme almıştır. Savaş henüz neticelenmemiş ve cephelerde çok büyük mücadeleler devam ederken, başarılarıyla ün salmış olan ordu komutanın Azerbaycan halkını savaşın sonuçlarından en az şekilde etkilenmeleri için askerlerini Azerbaycan’a göndermesi üzerine Azeri halkının sevgisini kazanmıştır. Azerbaycan’a giden askerlere moral olması için Ahmet Cevat’ın yazmış olduğu Çırpınırdı Karadeniz şiirini bestelenmesi ve türkü haline getirilmesi için dönemin en ünlü bestekarı olan Üzeyir Hacıbeyli ile yapılan görüşmeler olumlu sonuçlanmış ve şiir bestelenerek türküye dönüştürülmüştür.

"Deniz Üstü Köpürür" Türküsünün Hikâyesi

DENİZ ÜSTÜ KÖPÜRÜR TÜRKÜSÜNÜN HİKAYESİ Her türkü yaşanmışlıklar üzerine var olmuştur. Anadolu’nun halk ozanlarının bağlamalarından dökülen türküler unutulmadan günümüze kadar varlıklarını korumuştur. Deniz üstü köpürür türküsünün garip bir öyküsü vardır. Ula’da yaşayan biraz saf tavırları bulunan Osman isimli genç bir gün köyde yapılacak olan düğüne gitmek için sabahtan hazırlanmaya başlar. Bu durumu fark eden annesi, oğlum daha akşama çok vakit var neden acele edersin hazırlanmak için der. Osman ise her zaman ki saf tavırlarıyla belli mi olur ana belki bir yavuklu bulurum kendime der ve hep birlikte gülüşürler. Akşam olup düğüne gittiği zaman gerçekten de Osman bir yavuklu bulur ve Gülayşe isimli güzeller güzeli kıza aşık olur. Köy yerinde gençler öyle ulu orta görüşemedikleri için Osman Gülayşe'yi görebilmek için düğün düğün gezmeye başlar. Katıldığı hiçbir düğünde Gülayşe ile konuşma fırsatını elde edemeyen Osman günden güne değişik tavırlar sergilemeye başlar. Durumu fark e

"Yandırdın Kalbimi Aman" Türküsünün Hîkayesi

 YANDIRDIN KALBİMİ AMAN TÜRKÜSÜNÜN HİKAYESİ Aslında bu türkünün halk arasında iki farklı ismi vardır. Bazıları, yandırdın kalbimi aman demekteyken bazıları da sensiz yaşayabilmirem diye isimlendirmektedir. Aslen Azeri türküsü olan ve sevdiğine metiyeler düzen bir gencin duyguları anlatılmaktadır. Sevdiği kadına yürekten bağlı olan gencin sevdasını ve onsuz yaşayamadığını anlatırken hüzün yerine eğlenceli bir ritimle söylemeyi tercih etmesi bu aşkın ona ızdıraptan çok yaşama sevinci verdiği türkünün sözlerinden anlaşılmaktadır. Yandırdın kalbimi aman, ey kaşları keman, ey sevgili canan derken sevdiğinin güzelliğini kaşlarının güzelliği üzerinden anlatmaktadır. Ülkemizde oldukça sevilen bu Azeri türküsünü birçok sanatçı seslendirmiştir. Türkünün gerçek hikayesi tam anlamıyla bilinmemektedir. Anlatılan hikayeler dilden dile aktarılarak günümüze kadar gelmiştir.

"Hekimoğlu" Türküsünün Hîkayesi

HEKİMOĞLU TÜRKÜSÜNÜN HİKAYESİ Hekimoğlu türküsünün hikayesi de diğer türküler gibi bir aşk hikayesine dayanır. Fakat türküde asıl anlatılan acı bir aşk hikayesinden ziyade hekimoğlunun dağlarda geçen yiğitliklerle dolu yaşamı konu alınmıştır. Hekimoğlu yaşadığı köyün en zengini olan ağanın kızına gönlünü kaptırmış ve sevgisi de kız tarafından karşılık bulmuştur. Ancak, kız köyün zenginlerinden olan bir ağa oğlu ile nişanlıdır. Kız hiçbir zaman nişanlısını sevmemiştir. Hekimoğlu ile genç kız köyün çıkışında gizli gizli buluştukları bir gün yoldan geçmekte olan bir köylü genç aşıkları görür ve hemen nişanlısına gidip durumu anlatır. Öfkeden deliye dönen nişanlı bir pusu kurup hekimoğlunu öldürmeyi düşünmektedir. Planını gerçekleştirmek için erkek kardeşini de yanına alıp hekimoğlunun akşam namazını kıldıktan sonra camiden çıkmasını beklerler. Mertliği ve yiğitliğiyle nam salmış olan Hekimoğlu pusuyu fark eder ve önce davranıp silahını ateşleyerek genç kızın nişanlısının erkek kardeşi

"Eklemedir Koca Konak" Türküsünün Hîkayesi

EKLEMEDİR KOCA KONAK TÜRKÜSÜNÜN HİKAYESİ Eklemedir koca konak eklemedir türküsünün çok enteresan bir hikayesi vardır. Olay Cumhuriyetin kurulmasından çok önce yaşanmıştır. Osmanlı egemenliği altında bulunan şehre görevli olarak bir bey atanır. Bu şehrin Denizli olduğu rivayetler arasındadır. Görevini icra etmek için giden bey oldukça zengin olduğu için ve İstanbul’dan gelmiş olmanın verdiği öz güvenle kimseye danışmadan şehrin en güzel yerine oldukça gösterişli üç katlı bir konak yaptırır. Konak o kadar güzeldir ki namı İstanbul’a kadar gitmiştir. Yetki ve konum olarak beyden daha üstün olan vali, bu duruma bozulmakta ve kimsenin ondan daha güzel bir yerde yaşayamayacağını söyleyerek bu durumdan nasıl kurtulacağını düşünür. Birgün hanımıyla dertleşirken aklına bir fikir gelir, ben bu şehrin valisiyim ne istersem yapabilirim der. Hemen ertesi gün konağı yıktırır. Konaktan vazgeçmeyen bey yıkılan konağı eklemeler yaparak tekrar yaptırır. Eskisi kadar gösterişli olmayan konağın öyküsü

Suzan Suzi Türküsünün Hikâyesi

        Ah benim güzel Suzan'ım. Anne-baban çocuğu olmayınca son umut Müslüman ziyaretine gitti de sen doğdun. Neden seni ziyarete saygı diye getirmeye ve her yıl doğum gününde kurban kesmeye devam etti Suzan? Diyarbakır'ın en yerlisi olan zengin Süryani ailelerinden birinin şanssız kızı Suzan. Sen neden seversin ki Sünni ailenin ziyareti temizleyen çocuğunu? İlahi dinler, İlahı olmayan kişiler ve dünyalar size karşıyken ziyarette neden aşık olasın yağız delikanlıya, Adil'e? Kör olasın Suzan Suzi de ziyaretin dışında halvet olsaydın aşığınla. Ailelerden kaçmak için başka şansınız olsaydı, keşke! Saçlarıma kumlar doldu da tarak getir Sen tara demeseydi adil. Adil ziyaret çarptı bizi demeseydi keşke ardından. sen amansız, adı bilinmeyen hastalığa yakalanıp atmasaydın kendini sulara, duymasaydık hikayenizi de siz mutlu olsaydınız. Aah Suzan ah! Kırklar dağının düzünü her yıl ailesinin adağı için arşınlayan körpecik Suzan! Sen bize aşk nedir öğretmek için mi feda ettin de att

"Divane Aşık Gibi" Türküsünün Hikâyesi

Divane Aşık Gibi Türküsünün Hikâyesi Aşık Veysel’ e sormuşlar; “Sizce aşk nedir?”. Aşık Veysel gülümsemiş ve şöyle demiş, “ Seversin, kavuşamazsın aşk olur”. Bu türkü de sevgilerini hasretle aşka dönüştürmüş iki gencin hikayesinden ibarettir.           Maçkalı Hasan, birgün bahçelerde dolaşırken Cemile’yi görür ve ona karşı bir şeyler hisseder. Cemile de Hasan’ın bu ilgisine kayıtsız kalamaz aralarında duygusal bir bağ oluşur. Dönemin şartları dolasıyla görüşmeleri sakıncalıdır, bu yüzden mektuplaşmaya başlarlar. Gün geçtikçe daha da sevdalanır birbirlerine daha da çok bağlanırlar ancak Hasan, Cemile”yi isteme cesaretini gösteremez çünkü aileleri arasında hem sosyal hem de maddi bir fark vardır.  Bütün bunlar olurken Hasan’ın babası vefat eder. Tüm düzeni bozulan aile geçim sıkıntısı çekmeye başlar. Hasan ailesinin kimseye muhtaç kalmaması için her şeyi geride bırakarak bavulunu toplar ve İstanbul”a çalışmaya gider. Gurbet bu iki aşığa zor da gelse onlar mektuplarla hasret gid